14 Mayıs 2011 Cumartesi

"Fareyi Beklerken"

Bu öyküde, bir kadın, bir adam,bir tabağın içine konmuş pirinç büyüklüğünde üç tane cisim ve bir fare var. Öykünün türü tam belli değil. Fare karakteri, öyküde adı sık sık anıldığı halde bedenen gözükmediği için bir gerilimden bahsedilebilir. Kadın, "Var!", erkek,, "Yok!" dediğine göre, öyküye erkek açısından drama, kadın açısından trajedi gözüyle bakılabilir. Tabaktaki üç cisim tam tanımlanamadığı için bir bilimkurgu  ya da bu üç cisme çok uzun sekanslarla bakıldığı için ödüllü film senaryolarına yatkınlıktan söz edilebilir. Hepsi geçerli. ama bana kalırsa, en doğrusu, bu öykünün bir adamlar bir kadının boktan bir sebepten başlayarak hayret verici bir gerilime ulaşmaları sebebiyle absürt olarak adlandırılmasıdır. Öyleyse ortada fare falan da olmadığına göre bu öykünün adı, "Fare'yi Beklerken" olsun.

Apartmandan girerken 1. katın penceresine satılık ilanı asıldığını gördüm. Yalnız yaşayan çok yaşlı ev sahibi kadın geçen hafta ölmüştü. Yaşlı kadını sağlığında hiç ziyaret etmeyen varislerin neşe içinde "Satılık" çıktısı aldıkları anı hayal ettim. Varislerden birisi, bilgisayar başında font büyüklüğünü 72'ye ayarlarken, diğeri "İyi oldu aslında, kurtuldu", diyordu. Sanki olay aynen böyle gerçekleşmiş gibi, "Şerefsizler!" dedim içimden. Asansörde 1. katın satılığa çıkarılması haberini, "Şerefsiz Varisler" isimli mini hikayemle süsleyerek evde anlatmayı planladım. Kapı, 'İşte şimdi yandık' ifadesi olarak tarif edebileceğim bir yüz ifadesiyle açılınca hikayemi ertelemek zorunda kaldım. Bu yüz ifadesine alışık olduğumdan, içimden,"Amaaan kimbilir yine ne bok oldu?" diye düşündüm, ama dışarı verdiğim ses bir ilişki için daha makuldü: "Hayrola, n'oldu?" Ne olduğunu söylemek yerine "Çok kötü, çok...."diyerek durumun belirsizliğini sürdürmeyi tercih etti. Sonra da "Sana bişi göstericem" diyerek mutfağa girdi. Bazen 'işte şimdi yandık' yüz ifadesine sahip bireyler, ne olduğunu hemen söylemez. Bu galiba haberin etkisini artırmak ve karşısındakini de kendi duygu yoğunluğuna ulaştırmak için yapılıyor. Mutfaktan çıktığında elinde bir tabak vardı. Tabaktaki pirinç tanesi büyüklüğündeki üç cisme baktım. "Ne sence bu?" diye sordu. Ne olduğunu bilmediğim şeyleri hemen ellerim. İşaret ve başparmağımı aralarında pirinç boşluğu kalacak şekilde ayarlayıp uzandım. "Dokunma sakın!" diye bağırdı. Cisimciklere ulaşmak üzereyken elimi çektim. "Anlamadın mı ne olduğunu?" dedi, "Yok, anlamadım" deyince etkiyi artırmak için olacak gözlerini kısarak, "Fare boku!" dedi. Gözlerimi kısarak tabağa baktım. Aslında tabaktakilerin fare boku olmasından çok, fare bokunun bir tabağa konması daha çok ilgimi çekmişti. Başka bir deyişle beni endişelendiren, evde bir fare olması değil, evde fare bokunu tabakla sunan bir kadının olmasıydı. Yine de,  olay daha sıcakken konuyu değiştirmek doğru olmayacağundan, "Ne faresi?" diye sordum. "1. katta ölen teyze var ya, eşyaları  boşaltırlarken evden fare çıkmış" dedi. Sağlam bir habere benziyordu. Geçiştirmek için salladım: "Fareler yukarı çıkmaz, aşağı iner". Kemirgenlerle ilgili bu özlü sözümü sallamadığını gösteren bir ciddiyetle planını genel hatlarıyla açıkladı: "Tedbir almamız lazım". "Tedbir" kelimesini duyunca, fareden bağımsız, hatta hayata dair diyebileceğim büyüklükte genel bir sıkıntı kapladı içimi.

Ertesi gün

Apartmandan girerken 1. kattaki "Satılık" çıktısının yerini bir emlakçı ilanının aldığını görüyorum.Demek ki varisler yüzde 100'lük neşelerinin yüzde 3'ünü bir emlakçıyla paylaşmaya karar vermişler. Asansörde, bu yeni haberi "Neşenin Paylaşımı" isimli mini hikayemle süsleyerek evde anlatmayı planlıyorum. Fare Avcısı, "Firdevs'le (kapıcının eşi) evin altını üstüne getirdik, bulamadık," diye açıyor kapıyı. "Demek ki yok" diyorum, "Nasıl yok, Firdevs'e de gösterdim, kesin fare bokuymuş" diyor. "Tabakta mı gösterdin?" diye soruyorum. Konu dışına saptığım için cevap alamıyorum. Endişem, fare bokunu tabağa koyan bir çift olarak apartmanda nam salmamız: "13 numaradaki kadın var ya, afedersin farenin bokunu tabağa koymuş, ta mutfağın başköşesine yerleştirmiş. Ben böyle pisliği, Allah rahmet eylesin, 1 numarada bile görmedim. Adam da iyi birine benziyo aslında..." Bütün gecemiz Muhteşem Yüzyıl seyrederek ve aralarda fare üzerine (Osmanlı'da fare) konuşarak geçiyor. Çok rahatsız değilim, çünkü fare konusunun Firdevs Sultan'ın da evi alt-üst etmesiyle yarından itibaren kapanacağını düşünüyorum. Pijamamı giymek için yatak odasına gittiğimde yanıldığımı anlıyorum.

Yatak odasında, içinde julyen kesilmiş 3 adet peynirin bulunduğu bir tabak duruyordu (galiba dışkı başına 1 peynir hesabı yapmış).Tabaktakilerin ne olduğunu hemen anlamam, rahatlamaktan çok kaygılanmama sebep oldu. Yatağın kenarına oturdum. Bana kalırsa, peynirlerin tabaktaki varlığı, tabakta fare dışkısı sunumu yapmaktan daha da vahimdi. 3 dışkı, hiç olmazsa ilişki dışından birinin marifetiydi, ama bu peynirler aynı evi paylaştığım kadına aitti. Zehir koymamış ya da kapan kurmamıştı. Tabakta peynir servisi yaparak sadece farenin varlığını ispat etmek istiyordu. Belki de üç dışkıya karşılık üç peynir koyarak, eksilen peynir sayısına göre fare nüfusunu hesaplamayı düşünecek kadar delirmişti. Canım çok sıkıldı. Sorunun, şu ölümlü dünyada farenin boyutlarını aşan bir algılayış sorunu olduğunu düşündüm.

Ertesi sabah

Sabah uyandığımda, saçma sapan bir rüya gördüğümü düşündüm. Bir umutla yere baktım. Oradaydı. Biraz buruşmuşlardı. Bir an, peynirlerden birini yemeyi düşündüm. Olayların korkutucu bir boyuta ("yalan söyleme sen yemedin!")geçmesinden korktuğum için vazgeçtim. Fare Besicisi uyandığında, elimle tabağı göstererek, "Bak yok işte, götürüyorum tabağı" dedim. "Bi gün daha kalsın" deyince, yeni uyanmış bu Fare Besicisi'nin iyice abarttığına karar verdim. Gece yarıları tabağın yanından geçerken "Şu an canım istemiyor, yarın yerim" diye düşünen güngörmüş bir fare mi hayal ediyordu? Tabakta elaleme gösterilen fare bokunun, fareye sunulan peynirlerin, olmayan bir fare için evi altüst etmelerin kendi sınırlarını aşan bir sorun olduğunu uygun bir dille kendisine ifade etmeye çalıştım. Saçmaladığımı, asıl benim ufacık bir fare sorununu büyüttüğümü iddia etti. "Öyle miii?" deyip sanki en büyük cezaymış gibi peynir tabağını kaptığım gibi çöpe doğru gittim. Peşimden gelip beni engellemeye çalıştı.Bundan sonrasını pek anlatmak istemiyorum, çünkü çıkış noktası 3 adet fare boku olan olaylar zincirinin geldiği nokta biraz utanç verici. Sadece onun sürekli "Ya varsa?" dediğini, benim de buna karşılık "Yuh artık, evden taşınalım istersen!" "Fareye inanmıyorum!" , "Hani nerde fare?" gibi saçma sapan cevaplar verdiğimi söyleyebilirim. Fare sorununu bir türlü halledemeyince, uzayan her tartışmada yaptığım gibi evi terkettim.

Dışarıda yarım saat kadar dolaştım. Dolaştıkça öfkem azaldı. Hatta farenin, ortaya çıkmadığı sürece, konuşacak konu sağlayarak ilişkimizi diri tutacak bir umut olabileceğini bile düşündüm. Yarım saat sonra, tamamen sinirden arınmış, yaşanan problemi çözmek isteyen biri olarak döndüm eve. Asansörde aklıma ortamı yumuşatacak, ilişki tipi sevimli bir espri geldi. Kapıyı çaldım. Açılır açılmaz, "Selaaam, sonunda geldim, peynir içerde mi?" dedim. Azıcık güldü.



Fırat Budacı, "Fareyi Beklerken", Uykusuz,  12 Mayıs Perşembe, Sayı:2011/20 No:193, 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder