İnsanın canının bir şeylere sıkılması (of anam süreci), hayalkırıklıkları (sıfatına sıçam süreci) o can sıkan şeyler üzerinde düşünmek, çözümlemeler yapmak, nedenselleştirmek (hımm..hım..hımmm.hmm heee tamam buldum! *kafanınüzerindeampulyan* ) ve bu süreçte seçici-geçirgen bir çevresel iletişimde olmak; kişinin yaratıcılığı tetikleyen, sürüncemede kaldığı konularda netleşilebildiği, yazıp çizip üretebildiği bir sürece evriliyorsa ne ala!
Dozunda stresin insanı disipline edişi misali, dönem dönem bunları yaşamak da kişiliğini geliştirebileceği, kendini tanıyabileceği fırsatlar yaratabilir. Rasyonel insan (-ki o ne güzel bir insandır o) krizleri fırsata çevirebilen insandır.
Bazen öyle gelişir işler.
Bazen de her şey yolunda gitmeyebilir. -ki dünyanın en şanslı insanı olmamdan mütevellit, bana genelde böyle olur, ne hoş- İşte o halde, tüm fırsatları krize çevirebilirim, zira irrasyonel davranışın şahbazıyım!
2012 hoş başlamıştı aslında, bir gece öncesinden komik bir tren yolculuğuyla yemekli vagonda Ankara'ya gidip favori clique ile süper bir ergen yılbaşısı geçirdik. 4 tur Trivial Pursuit, vitrinden çıkartılan alkollü içecekler, "hadi siz gidin biz yalnız kutlicaz" diye evden kovalanan anne baba, gece yarısı terasta havai fişek gösterileri filan... Dünya güzeli bir yılbaşımız, yeni yıla dair umutlarımız, güzel dileklerimiz ve hatta kırmızı donumuz bile vardı.
Kendime senelerdir uydurduğum 1 Ocak mutsuzluk sendromumu da yolda belde olduğum için hızlıca atlatıp pazartesiden haftaya bodoslama daldım.
İlk haftalar güzel diziler izledim, misal Game of Thrones, misal Outsourced (tam bir cevher, Türk yapımcıların eline geçip boku çıkarılmaz umarım, ayrıca esas oğlan Ben Rappaport da bir içim su), misal Six Feet Under...Özlediğim arkadaşlarımı gördüm, fotoğraf çektim, resim çiziktirdim, sahile yürüyüşlere çıktım, yemek yaptım...
2012 güzel olacak, 2011 gibi çirkin bi tek sayı değil zaten çift sayı oh oh ederken birden kalbimle ilgili önce basit taşikardi sandığımız ama sonrasında ne olduğunu kestiremediğimiz, doktorun beklentileri dışında gelişen bir sıkıntı vuku buldu. Hastalığın kendisinden çok sonrasındaki gelişmeler can sıkıcı aslında.
Doğası itibariyle hastalık en küçüğünden en büyüğüne vücudun error verme durumu olduğundan, insana aciz ve güçsüz hissettiriyor, psikolojik bir açıklama getiremiyorum ama hissiyatım şu ki insan bazı şeylerin ezelden ebede varlığına inanıyor hayatta. Yaşadığım ev mesela, çimentodan, demirden, tuğladan yapılma ev zangır zangır titrediği için korkuyorum depremlerden; çok güvendiğim ve sağlamlığından emin olduğum bir şey kağıt güçsüzlüğünde göründüğü için sarsılıyorum aslında.
Beden için hissettiğim de bu, bozulmaz, sekteye uğramaz, tıkır tıkır işleyen bir sistem, hem benim de kontrolüm dışında işliyor orada mükemmel biçimde. Ama bir gece uykudan uyanıyorsun ve kalbinin bademciklerinle yer değiştirmiş olduğuna inanabilecek kadar hızlı bir nabız var boynunda. Sinyal geliyor "Big Boss"' tan: "Bi şeyler ters gidiyor olabilir!"
Bu acazet içinde de insan yakınlarından şefkat, ilgi, pışpış gibi cıvıklıklar istiyormuş, süngü düşüp koruyucu kalkanlar devre dışı kalıyormuş. Bu kriz anında krizi daha da derinleştirecek aktivitelere girebiliyormuş. Hepsini yaptım, maşallahım var.
İşten birkaç gün izin alıp yakınlarda bi yerde ufak bi tatille dinlenebilir miydim, evet!
Hadi izini geçelim, akşamları kılavuz annem Clarissa Pinkola Estes'in kitabını altını çize çize okuyup kuyruğu dikeltebilir miydim, evet!
Ya da bunların hiçbirini yapmasam da, en azından kimselere bulaşmayarak inzivaya çekilip kendime iyilik edebilir miydim, o da evet.
Kendimi 3 Evet ile uğurluyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder