8 Ağustos 2010 Pazar

kayıtsız

sabah kalktım. çok uzun süredir planladığım gibi erken kalktım. uykunun loşluğundan "gerçek" hayatın sert zeminine çakılırken, saniyenin onda biri kadar kısa bir zamanda ruhumu yokladım, kırık dökük, ağrılı, sancılı birşey var mı diye...yok. meğer huzurlu olabilmenin huzuru da varmış, kendi kuyruğunu yutan yılan gibi, bu hissi sevdim ve huzur içinde yatağımın sağ tarafında hayli serinlemiş olan duvara sırtımı dayayarak tekrar o ılık ve loş uyku durumuna geçmeye çalıştım. uyku sersemi, uykuyu el yordamıyla tekrar bulmaya çalışırken dünden gittiğim dükkanda özenle seçip özenle boyayıp süslemeyi hayal ettiğim tahta kutu, boyalar, fırçalar, renkli kurdelalar, simler, boncuklar, düğmeler, ipler aklıma düşünce, tam tuttum derken elimden kayan sabun gibi kaçıverdi uyku ve taa gecenin bir karanlığında, gecenin bi sıcağında görüşmek üzere işaret ve orta parmağını birleştirip kafasına dayayıp bi serseri selamı çakarak uzaklaştı.

şeffaf ve geçirgen bir balonun içinden bildiriyorum: uyanıyorum, yüzümü yıkıyorum, yürüyorum, dokunuyorum, çarpıyorum, ayaklarım yere değiyor, su yüzüme çarpıyor ama hislerimle dünya araasında boşluğu duyuyorum. dünyayı daha az hissediyorum. odadan odaya geçiyorum, kafamı çeviriyorum, ellerimi kapıya çarpıyorum...farkettim ki kayıtsızlaşıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder