28 Ocak 2011 Cuma

Kızkardeşlik, hasımlık ve gizli tarikatımız

Şu hayatta en büyük yarayı hemcinslerimden alıyorum sanırım!

Erkeklerin her fırsatta birbirini pohpohlamasına, misal her kadın şoför gördüklerinde aşağılama çabalarına, kadınların salaklıklarına(!) inanmışlıklarına, kendilerini üstün bir ırkın temsilcileri kusursuz yaratıklar olarak görüp çükleriyle bir adım önde durduklarını sanmalarına gülüp geçer oldum; hassasiyet göstermiyorum, cevap vermek gereği hissetmiyorum...

Ama nasıl ki bir kadının bu ataerkilliği kanıksamış oluşunu görüyorum, o her şeye muktedir varlıkların kendilerini nasıl azımsadıklarını, kozasından çıkmaya çalışan hemcinslerine ne gözle baktıklarını, çeşitli içten yıkma mekanizmaları ve dedikodu ağları ile onları nerelere sürükleyebildiklerine şahit oluyorum, hemcinslerinin başarılarından nasıl rahatsız olduklarını hissediyorum ya, bunlar daha çok acıtıyor canımı.

Kadın da olsa, erkek de olsa, kötü muamele insana kendini kötü hissettirir elbette. Ama ne zaman ki bir hemcinsim tarafından bir darbe yesem, iki misli sıkılıyor canım. Sanki dünyadaki tüm kadınlar olarak hepimizin varolduğunu bildiği ama hiç konuşulmamış, hiçbir yerde yazılmamış, ne var ki bir biçimde kanımıza işlemiş, içgüdüsel olarak benliğimize yerleşmiş ortak bilincin, sessiz anlaşmanın bozulduğunu, adeta  bin yıllık davamıza ihanet edildiğini hissediyorum!

...ve malesef bu ülkede toplumsal cinsiyetçiliği yeniden üreten ve birbirine karşı en çok kullananların da kadınlar olduğunu görüyorum. Hepimiz yaşıyoruz bunu... Kimi zaman kıskançlıktan, kimi zaman farkında olmadan içselleştirdiğimiz ataerkil mekanizmalar kanımıza giriyor; 'ben küçükken hiç kız arkadaşım yoktu, hep erkeklerle oynardım' dediğimizde zeka patrıltısı gösterdiğimizi düşünüyoruz, kadınlığımızdan utanıyoruz bir ayıpmışçasına, filancanın kızını bilmemnerde görmüşler diye kadınlar yapıyor bir kadının dedikodusunu, bir işyerinde kadın müdür varsa en çok diğer kadınlar hazmedemiyor bu yükselişi...

En basiti, damat ile kayınpeder arasında olmadığı savunulan gerilim, iki kadından mürekkep gelin-kaynana ilişkisinde en çirkef, en saygısız, en çekişmeli biçimi alıyor... Aynı yoldan geçerek aynı acıları ve sıkıntıları yaşamış olan deneyimli 'kaynana' kadın, bu bilincin ve yaşının getirisi tecrübesini gelini kadın ile paylaşmak yerine aynı mekanizma içinden geçerek lime lime olmasına göz yumabiliyor... Kadınlar birbirinin ayağını çelmeliyor birbirine yol açıp destek olmak yerine.

"Bizim ülkemizde kızkardeşlik bilinci yeterince yeşermemiş. Kendimize sormamız lazım: Bir başka kadının başarısıyla mutlu oluyor muyuz? Bir hemcinsimizin hayatında daha mutlu, işinde daha başarılı olması için ona açıktan destek veriyor muyuz? En azından bunu bir iyi niyet temennisi olarak içimizden geçiriyor muyuz? Cevaplarımız hep 'hayır' ise biz kızkardeşlik filan bilmiyoruz."
diye söylüyor Leyla Alaton bir kadın toplantısında...

Aynı konudan mustarip olmalı ki Elif Şafak, ayrı bir önemsiyor kızkardeşlik anlayışını:

"Bir başka kadının başarısını görmekten mutlu oluyor muyum? Bu konuda net durabiliyorsak, epey yol kat etmişizdir. Bunu yapamıyorsak, ataerkillik içimize işlemiş demektir. Çünkü ataerkillik erkeğin kadının uyguladığı bir eşitsizlik değil, aynı zamanda kadının kadına uyguladığı bir eşitsizlik. O yüzden ben kızkardeşlik kavramını çok önemsiyorum"


Söylenmeden akla gelmeyen, konuşulduğunda da ne kadar bizimle olduğunun farkına vardığımız, hani bugün sorun ettiğimiz birçok şeyden daha önemli sorunların çekirdeği bu. Benim de duygusal olarak en kırılgan durduğum sanırım...


Bunu okuyan (ya da okumamış olan) tüm kızkardeşlerimle sahip olduğum ortaklıktan çok mutluyum. Hemcinslerimin elde ettiği başarılardan bu gizli tarikatımız adına onur duyuyorum, koltuklarım kabarıyor bizden biri dercesine...


Hasımlık yerine hısımlık üzerinden ilişkiler kurabileceğimiz günler görebilecek miyiz dersiniz?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder