20 Mart 2015 Cuma

Varolmuşsam meğer

Yok arkadaş, naparsam yapayım dört başı mamur, hanım hanımcık bir çizgide, hani onu geç, herhangi doğrusal bir çizgide ilerlemeyi başaramıyorum. Bir oradan bir buradan. Güzel güzel elişli, craft projeli zartlı zurtlu bir blog yazayım diyorum hop varoluşsal sorunlarla başım derde giriveriyor.

Gece olmuş saat üç buçuk, sekizde yiyip üstüne uyuduğum körili kremalı tavuk oturmuş mideme, gagalayıp duruyor uyan da uyan... Bir Rennie bir Excedrin ile geçiştiririm sanıyorum ama nafile, kafamda davul çalıyor midemde ateş yanıyor. Vücut vücut değil köy düğünü, allahın cezası. Zifiri karanlıkta telefondan iki CandyCrush bi' Facebook bakıvereyim de uykum gelsin derken dalıveriyorum alemlere...

Türlü akraba, arkadaş yaşıtlarımın sayfalarında stalking stalking, herkes bi' bok başı olmuş maşallah. Project Manager'den Executive Chief'e geniş bir aralıkta boy boy ünvanlar. Bense her allahın günü işi bırakayım da plastik kola şişesinde soğan sarımsak yetiştireyim hayalindeyim. Bahçeli bir eve taşınmak bile mesele, olabildiğince sabit, olabildiğince ayakları yere basan hayallerim var bahçe fazla olur o yüzden, balkon olsa yeter. Fazla radikalleşmemek için saksı almayı bile düşünmüyorum, plastik kola şişesi iyidir, Ekolojik DIY filan hem de...

İşin kötüsü de öyle ünvanlı bir iş, şaşaalı bir hayat tahayyülümün de olmayışı. "Bunca yıl boşuna mı okudun"cular var bir de, nakite dönüştürülemeyen bilginin içine sıçayım demenin bir başka türlüsü. Buna rağmen ben ofisten bir arkadaşımın yakıştırdığı üzere "hippi hippi" yaşarken herkesin ciddili ciddili oluşu bana yanlış ya da eksik bir şeyler yapıyorum hissi veriyor. Bu özgüvensizlik krizi ile birden aklıma iş geliyor, önümüzdeki 3 gün içinde Hırvatistan'a iş seyahati planladım, ne plan ama, ne uçak biletim ne otel rezervasyonum yok henüz! Hırvatistan dediysem, Dubrovnik, Split ve hatta Zagreb bile değil, Google Earth'ten baktım hayat durmuş gibi yerler, Bayburt ile Yozgat gibi iki şehir düşünün, tek fark orada duble yol da yok... RTE'leri yok zira. RTE'leri olsa bizler gibi her gün ayrı heyecanlı, musmutlu ve duble yollu olurlardı ama yok. O da onların şanssızlığı. Ben zaten şu hayatımda bizim kadar yollu insan görmedim, her yol var maşallah, her yolun da adamıyıh gerektiğinde.

Neyse, duble yolumu düşünüp teselli bulmaya çalışırken bir yandan yine varoluşumu sorguluyorum. Sanırım annemin rahmine düştüğüm günden beri bunu düşünmekte ve bulduğum cevaplarla tatmin olamamaktayım. Napıyorum ki ben, niye varım ki, çok saçma...Bi' kanser aşısı filan bulsam ya da dünyayı yaklaşan bir metafordan (evet, kelime oyunu) kurtarsam mesela belki hayatta oluşumu bir sebebe bağlayabilirim ama o da yok. Kar yağdığında sokak hayvanlarına kutu yapmıştım bir de bata çıka mahalleyi dolaşıp kuru mama veriyorum, bunları da o boşluğunu hissettiğim haneye yazabiliriz. Kafamda bu deli zırvalarıyla "ileride bi gün bi çocuğum olsa" fikri biyolojik olarak yakın dursa da teorik olarak biraz daha uzaklaşıyor her gün. Dönüp bana dese ki beni neden doğurdun, "RTE istedi, hem de çok istedi" dışında verecek cevabım yok. Bu cevapla tatmin olacak çocuğu da ben istemem zaten.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder